Sarık sarmak sünnet midir, sarık hakkında detaylı malumat nedir?
Sarık sarmak sünnet midir, sarık hakkında detaylı malumat nedir?
Sarık takmak sünnet mi, takke sarık yerine geçer mi veya şapka, bere gibi şeyler takıldığında sünnet yerine gelir mi?
URL Kopyala
Allâh (Celle Celâlühû)’ın, bizlere olan nimetleri sayılamayacak kadar çoktur (en-Nahl, 16/18). Bunlardan birisi de giysi nimetidir. Allâh (Celle Celâlühû) şöyle buyurmuştur:
يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْآتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
“Ey Âdemoğulları! Size, ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Takvâ elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allâh’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp, öğüt alırlar.”[1]
Âyet-i kerîmede hakikî manada iki türlü elbiseden bahsedilmiştir: Birincisi, avret bölgelerini örtme ihtiyacına binaen zarurî olan elbise; ikincisi ise zarurî olmaktan öte mezkûr elbise nevini tamamlayıcı mahiyette olan elbisedir.[2]
Şüphesiz Şâri’ Tealâ, her konuda olduğu gibi giyim-kuşam konusunda da Müslüman’ın ölçüsünü belirlemiştir. Müslümanlar için her zaman kolaylık dileyen Rabbimiz (Celle Celâlühû) (Bakara, 2/185) umumî manada bizlere en güzel örnek olan Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’ini göndererek bizleri, koyduğu ölçülerin somut tezahürüne vakıf kılmıştır.
Allâh-u Tealâ şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللهَ كَثِيرًا
“And olsun ki, size, Allâh’a ve son güne ümit besley(ip sevabını bekley)en ve Allâh’ı çokça ananlar için Allâh’ın Rasûlü’nde pek güzel bir örnek (sünnet) vardır.”[3]
Allâh (Celle Celâlühû), yüce Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in ümmetinin ona ittiba etmesini, kendisinden razı olmasına[4] sebep kılmıştır. Bunu bildirme sadedinde Rabb Tealâ,
قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“(Rasûlüm!) De ki: “Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allâh son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[5] buyurmuştur.
Böylelikle kulun Allâh (Celle Celâlühû)’ı sevmesinin sıhhatini de Resûl-i Ekrem (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e ittiba şartına bağlamıştır. Peygambere ittiba, ancak onun umumî manada şeriatine, hususî manada sünnetine uymakla tahakkuk eder.[6]
Rasûlüllâh Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sünnetlerinden birisi de sarıktır. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarık sardığı neredeyse mânen mütevatir olan sahih hadislerde mevcuttur.
عَنْ جَابِرٍ رضِىَ الله عَنْهُ : أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ
Câbir (Radıyallahu Anh)’den, Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in Mekke’nin fethedildiği gün (Mekke’ye) başında siyah bir sarık olduğu halde girdiği rivayet edilmiştir.[7]
عَنْ جَعفر بنِ عَمْرو عَنْ أبيه عَنْ جَعْفَرِ بْنِ عَمْرِو بْنِ حُرَيْثٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ رَأَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم عَلَى الْمِنْبَرِ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ قَدْ أَرْخَى طَرَفَهَا بَيْنَ كَتِفَيْهِ
Ca’fer ibni ‘Amr (Radıyallahu Anh), babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i minberde ucunu omuzları arasından sarkıttığı siyah bir sarıkla görmüştüm.”[8]
Bu Hadîs-i Şerîfler sahihtir. Bunlar gibi başka sahih hadisler de vardır. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarık sardığıyla alakalı herhangi bir inkâr yoluna gitmek, rivayeten ve dirayeten hadis ilimlerini iyi bilmemekten ya da mahza inattan neş’et etmektedir.
İstişrak (oryantalizm) temsilcilerinin müptelası ve talebesi olan bazı inkârcı yerli modernistler, talebeliğini yaptığı müsteşriklerin ve kendilerinin şahsî ideolojileri gölgesinde, mahza Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’inin hayat tarzını ve vasıflarını halis bir niyetle benimsemeye çalışan bir Müslüman’da sünnet düşmanlığı gibi tedavisi zor olan derin bir manevi yara açmaktadır. İşin tuhaf yanı ise, bu işi muhataba bidattan sakındırma ameliyyesi olarak telkîn etmiş olmalarıdır.
Bu inkârcı zihniyet, sarıktan konunun açıldığı bir mecliste hasmı susturmak adına Hazret-i Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarık sardığıyla alakalı haberlerin zayıf olduğunu ileri sürmekte, bunun arkasına sığınmaktadır. Fakat bir tetebbu’ (araştırma) ve ilmî inceleme sonucu bu hadislerin sahih olduğu görülecektir. Hatta son dönemde ortaya çıkan, cerh ve tadîl âlimlerini görmezden gelircesine hadisler hakkında yorum yapıp münkirlerin ekmeğine yağ süren kimseler bile bu hadisleri tashih etmiştir. Aslında ümmetin asırlardan beri süregelen tatbikatı da yakın zamanda ortaya çıkan bu inkâr mekanizmasını, pek dinî bilgisi olmayan ama insaflı olan bir Müslüman’ın gözleri önünde suçüstü yapmaktadır. Çünkü ümmetin büyük bir kısmının yakın zamana kadar Peygamber sünneti olduğu için prensip edindikleri bu amelin, mahiyeti yeni anlaşılmış bir bidat olduğunu düşünmek insafsız olduğu kadar da mantıksızca bir tutumdur.
Bidatler sünnetleri ortadan kaldırır. Binâenaleyh sarık sarmanın bidat olduğunu iddia etmek, Hazreti Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sahih hadislerle bildirilen sarık sardığı gerçeğini kabul etmemek demektir.
Sarığın faziletiyle alakalı hadislere gelince; evveli emirde bunların birçoğunda zayıflık bulunsa da sayıları bir hayli fazla olan bu hadisler birbirini destekleyerek onları zayıflıktan kurtaracak, belki hasen derecesine yükseltecek bir kuvvet meydana getirmektedir.[9] Ayrıca ümmetin bayrakları olan selefin, kitaplarını bu konuyla meşgul etmeleri; hatta mücerreden sarıkla alakalı eserler telif etmeleri bu konunun çok önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Sarık ve ahkâmıyla alakalı eseri bulunan bazı âlimler şöyle zikredilebilir: Molla Alî el-Kârî, İbn Hacer el-Heytemî, el-Kettânî, İbn Vaddâh el-Kurtubî, Kemâlüddîn İbn Ebî Şerîf, el-Hafâcî, Fukahâ-i Kirâm ferî meselelerinde sarığa sünnet penceresinden bakmışlar, bir İslam şiarı olarak benimsemişlerdir. İbn Asâkir, İmam Malik (Rahimehullah)’in şöyle söylediğini nakletmiştir: “Sarığı terk etmemiz bize yakışmaz. Ben daha yüzümde tüy bitmemişken sarık sarardım.”[10]
Bazı kimselerin sarığın İslam şiarı olduğunu kabul etmemelerinde, sarık sarma amelini terk edeni zemmetme veya cezalandırma ile ilgili bir nass varit olmaması şeklinde bir illet tevcihi yapması fasittir. Nitekim sünnet olmak da Şe’âir-i İslâm (İslam şiarları)’dan olduğu halde terk edeni zemmetme veya cezalandırma söz konusu değildir.
Sarığın buna paralel olarak zahiren mümin-kâfir arasını temyiz etme gibi üstün bir vasfı vardır. Nitekim Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
فَرْقُ مَا بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْمُشْرِكِينَ الْعَمَائِمُ عَلَى الْقَلَانِسِ عَنْ رُكَانَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ:
“Bizimle müşrikler arasındaki fark, takkeler üzerindeki sarıklardır.”[11]
İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) sarığın Müslümanlara özgü bir kıyafet olduğuyla alakalı şunları söylemektedir:
“Zimmî, din adamlarına ve ilim sahiplerine mahsus olan cübbe ve sarık giymemelidir.”[12] Bunu Kâdıhân Fetâvâ’sında zikretmiştir.[13]
Sarığın geçmişi Âdem (Aleyhisselâm)’a kadar dayanmaktadır. İmam Kettânî ed-Di’âme isimli eserinde şöyle demiştir: “İlk sarık saran insan Âdem (Aleyhisselam)’dir. Sarığını Cibrîl-i Emîn (Aleyhisselam) sarmıştır. Ondan sonra sarık saran ise Zülkarneyn (Aleyhisselam)’dir.”[14]
Ashâb-ı Güzîn Efendilerimiz (Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn) de sarık sarmışlardır. Hatta Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in Abdurrahman ibni Avf (Radıyallahu Anh)’ın sarığını kendi eliyle sardığı rivayet edilmiştir.[15]
Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e ihramlının giysisinden sorulduğunda istisna ettikleri arasında sarığın da olması[16] Ashâb-ı Kirâm (Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn)’ın sarığa müdavemet ettiğinin açık bir delilidir. Çünkü öyle olmasaydı Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) sarığı istisna etmezdi.
Allame Suyutî (Rahimehullah) el-Hâvî li’l-Fetâvâ isimli eserinde el-Bârizî’den naklen şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in kullandığı Sehâb (bulut) denilen bir sarığı vardı. Onu Ali (Radıyallahu Anh)’ye sardı. Ali (Radıyallahu Anh) geldiğinde bazen: “Ali size Sehâb içerisinde geldi.” derdi.[17] Keza bunu Sâlihî Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Raşâd isimli eserinde zikretmiştir.[18]
Mazide insanlar sarık sardığı gibi melekler de sarık sarmışlardır. Allâh-u Tealâ Bedir günü Müslümanlara sarı sarıklı meleklerle yardım etmiştir.[19] Allâh (Celle Celâlühû) şöyle buyurmuştur:
بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ
“Evet, sabreder ve (Allâh’tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı (alâmetli) beş bin melekle yardım eder.”[20]
Âyet-i Kerîme’deki nişanlı olma vasfından maksat sarıklı olmaları demektir.[21] İbn Abbas (Radıyallahu Anh), Katade, Mekhûl ve Kelbî gibi mütekaddim müfessirler bu görüştedir. İmam Suyûtî, Ebu’s-Su’ûd Efendi, İzz ibni Abdüsselâm ve İbn Kesîr gibi birçok müfessirin de buna paralel rivayetleri mevcuttur.
Sarığın Fazileti Hakkında Hadîs-i Şerîfler
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا: اِعْتَمُّوا تَزْدَادُوا حِلْمًا
İbn Abbas (Radıyallahu Anhümâ)’tan şöyle rivayet edilmiştir:
“Sarık sarınız ki, hilminiz artsın.”[22]
عَنْ أُسَامَةَ بْنِ عُمَيْرٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ: إعْتَمُّوا تَزْدَادُوا حِلْماً والْعَمائِمُ تِيجانُ العَرَبِ
Usame ibni Umeyr (Radıyallahu Anh)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Sarık sarınız ki, hilminiz artsın. Sarıklar Arapların taçlarıdır.”[23]
عَنْ جَابِرٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ: رَكْعَتَانِ بِعِمامَةٍ خَيْرٌ مِنْ سَبْعِينَ رَكْعَةً بِلا عِمامَةٍ
Câbir (Radıyallahu Anh)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Sarıkla kılınan iki rekat, sarıksız kılınan yetmiş rekatten daha hayırlıdır.”[24]
et-Teysîr sahibi bu mefhumu şöyle talil etmiştir: “Çünkü Allâh (Celle Celâlühû)’ın huzuru olan namaza, zînetini takınmadan girmek edebin hilafınadır.[25]
عَنْ اِبنِ عُمَرَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا: صَلاَةُ تَطَوُّعٍ أَوْ فَرِيضَةٍ بِعِمَامَةٍ تَعْدِلُ خَمْساً وَعِشْرِينَ صَلاَةً بِلاَ عِمَامَةٍ وَجُمُعَةٌ بِعَمَامَةٍ تَعْدِلُ سَبْعِينَ جُمُعَةً بلاَ عِمَامَةٍ
İbn Ömer (Radıyallahu Anhümâ)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Sarıkla kılınan nafile veya farz namaz, sarıksız kılınan yirmi beş namaza denktir. Sarıkla kılınan bir cuma namazı, sarıksız kılınan yetmiş cumaya denktir.”[26]
Bu sayıların hikmetini Allâh (Celle Celâlühû) bilir. Biz bundan bu kadarıyla sınırlama yerine ziyadelik (çok sevap olduğunu) anlarız.[27]
عنْ ابنِ عبَّاسٍ رَضِىَ اللهُ عَنْهُمَا: اَلْعَمَائِمُ وَقَارٌ لِلْمُؤمِنِ وَعِزُّ لِلْعَرَبِ فَاِذَا وَضَعَتِ الْعَرَبُ عَمَائِمَهَا وَضَعَتْ عِزَّهَا
İbn Abbas (Radıyallahu Anhümâ)’tan şöyle rivayet edilmiştir:
“Sarıklar mü’minin vakarı, Arap’ın izzetidir. Araplar sarıklarını çıkarınca izzetlerini bırakmış olurlar.”[28]
عَنْ رُكَانَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ: لَا تَزَالُ أُمَّتِى عَلَى الْفِطْرَةِ مَا لَبِسُوا الْعَمَائِمَ عَلَى الْقَلَنْسُوَةِ
Rukâne (Radıyallahu Anh)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Ümmetim takke üzerinde sarıkları sardığı müddetçe, İslam fıtratı üzere daim olacaktır.”[29]
عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ: إنّ اللهَ وَمَلائِكتهُ يُصَلُّونَ عَلَى أَصْحَابِ الْعَمائِمِ يَوْمَ الجُمُعَةِ
Ebu’d-Derdâ (Radıyallahu Anh)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Muhakkak ki, Allâh ve melekleri cuma günü sarıklı olanlara salât ederler.”[30]
عَنْ رُكَانَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ: الْعِمَامَةُ عَلَى القَلَنْسُوَةِ فَصْلُ مَابَيْنَنَا وَبَيْنَ المُشْرِكِينَ يُعْطَى يَوْمَ القِيَامَةِ بِكُلِّ كَوْرَةٍ يُدَوِّرُهَا عَلَى رَأْسِهِ نُوراً
Rukâne (Radıyallahu Anh)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Takke üzerindeki sarık, bizimle müşrikler arasını ayırıcıdır. Mü’minlere, başlarına sardıkları her bir dolama sebebiyle kıyamet gününde bir nur verilecektir.”[31]
Mübârekfûrî Tuhfetü’l-Ahvezî isimli eserinde Tîbî, Mirkât şarihi Molla Alî el-Kâri ve diğer şarihlere muvafakat ederek, takke üzerine sarılan sarığın Müslümanlarla müşriklerin arasını ayırdığını, çünkü müşriklerin takkesiz olarak sarık sardığını zikretmektedir.[32]
Sarığın Ucunu Sarkıtmak
Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in arkadan, sağdan, soldan ve hem arka hem önden sarık sarkıttığı ile ilgili rivayetler vardır. Bu rivayetlerden, arkadan (iki kürek kemiği arasından) sarkıttığı ile alakalı rivayetler en sahih olanlardır.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا اعْتَمَّ سَدَلَ عِمَامَتَهُ بَيْنَ كَتِفَيْه
İbn Ömer (Radıyallahu Anh)’den, Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarık sardığında sarığını kürek kemikleri arasından sarkıttığı rivayet edilmiştir.[33]
Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) sarığının ucunu kimi zaman sarkıtmış, kimi zaman da sarkıtmamıştır. Sarkıtma veya sarkıtmamayla ilgili nehy ifade eden bir nass yoktur. İbn Ebî Şerîf, Savbü’l-Ğamâme isimli eserinde İmam-ı Nevevî’nin Şerhu’l-Mühezzeb’inden şu nakli yapmaktadır: “Sarığı, bir kısmını sarkıtarak da sarkıtmayarak da sarmak caizdir. Bunların hiçbirinde bir kerahat yoktur.”[34] Nevevî’nin bu kavlini Mirkât sahibi de zikretmiştir.[35]
Savbü’l-Ğamâme sahibi şöyle demiştir: “Sarığı sarkıtmak Sôfiyye’nin efendilerinin ve büyük âlimlerin şiârı hâline gelmiştir. Hakîkatte onlardan olmayan birisi, başkasına üstünlük taslamak için zâhiren onların şiârlarına bürünürse, bu maksatla sarığının ucunu sarkıtmakla günahkâr olur. Yine bir âlim veya sôfî de farazâ bu kastla sarık sarsa; sarkıtsa da sarkıtmasa da, uzun olsa da olmasa da günâha girer.”[36]
Birçok âlim ve fazıl kimseler bu yüzden sarığı sarkıtmıyor olabilir. Ayrıca günümüzde birçok cahil kimse sarığın bu sarkıtılmış olma niteliğiyle istihzâ etmeye mâildir. Bu şekilde sarığın sünnet olan biçimiyle istihzâ etmek ve kerih görmek kişinin imanını tehlikeye sokabilir.
Sarığın Rengi
Sarığın rengiyle alakalı birçok rivayet vardır. Kettânî, sarıkta efdal olan rengin beyaz olduğunu zikretmiş, bunu beyazın faziletiyle alakalı ifadeler içeren haberlerin umûmî oluşuyla illetlendirmiştir.[37]
عَنْ سَمُرَةَ بْنِ جُنْدُبٍ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: الْبَسُوا الثِّيَابَ الْبِيضَ فَإِنَّهَا أَطْهَرُ وَأَطْيَبُ وَكَفِّنُوا فِيهَا مَوْتَاكُمْ
Semure ibni Cündüb (Radıyallahu Anh), Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Beyaz elbiseler giyin, çünkü onlar en temiz ve en güzeldir. Ölülerinizi de onlarla kefenleyin”[38]
عَنْ جَابِرٍ رضى الله عَنْهُ : أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ وَعَلَيْهِ عِمَامَةٌ سَوْدَاءُ
Câbir (Radıyallahu Anh)’den, Mekke’nin fethedildiği gün Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in başında siyah bir sarık olduğu halde (Mekke’ye) girdiği rivayet edilmiştir.[39]
Bu hadis, Hz. Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in siyah sarık da sardığına sarâhaten delalet etmektedir.
İbn Hacer el-Heytemî’nin Dürru’l-Ğamâme’de naklettiğine göre Hâfız Abdülğanî şöyle demiştir: “Hazreti Âişe (Radıyallahü Anha)’ye şu sözü nisbet edeni gördüm: “Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarığı yolculukta beyaz, yolcu değilken siyah ve yünden, genişliği yedi zirâ’, sarkıttığı ucu yolculukta sarıktan ayrı, yolcu değilken de sarıktan bir parça idi.” Bu bilmediğimiz bir şeydir.” Bundan anlaşıldığına göre bu rivayet sahih değildir. Çünkü (özellikle o günün şartlarındaki) yolculukta beyaz, yolculuk dışında siyah giyinmek vakıaya da aykırıdır.[40]
عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ قَالَ: كَانَتْ عَلَى الزُّبَيْرِ بْنِ الْعَوَّامِ يَوْمَ بَدْرٍ عِمَامَةٌ صَفْرَاءُ مُعْتَجِرٌ بِهَا، فَنَزَلَتِ الْمَلَائِكَةُ عَلَيْهِمْ عَمَائِمُ صُفْرٌ
Abbâd ibni Abdullah ibni Zübeyr (Radıyallahu Anh)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bedir günü Zübeyr ibni Avvâm’ın başında, bir kısmını yüzüne saldığı[41] sarı bir sarık vardı. Melekler de onlara, başlarında sarı sarıklarla indiler.”[42]
Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in sarı sardığına dair rivayetler sarı sarık sarmayı yasaklamadan önceydi. Çünkü Hristiyanlar mavi, Yahudiler de sarı sarık sararlardı. Fukahâmızdan Kemal ibnü’l-Humam Fethu’l-Kadîr isimli Hidaye şerhinde şöyle demiştir: “Bizim beldelerimizde alamet sarıkta olmuştur. Hristiyanlar mavi, Yahudiler sarı sarık sarmaya itina göstermişlerdir. Beyaz sarık ise Müslümanlara özeldir.”[43]
ed-Di’âme sahibi şöyle demiştir: Allâme Sabbân’ın İs’âfur-Râğibîn isimli kitabında şu ifadeleri gördüm: “Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem), beyaz, siyah ve sarı sarık sarmıştır. Fakat genelde beyaz sarmıştır.”[44]
Burada zikredilenler sarık hakkında kısa bir malumattan ibarettir. Genel manada sarıkla müteallık daha birçok Hadîs-i Şerîf ve kavil vardır. Bize düşen bu bilgilerle amel etmektir. Bununla birlikte bilhassa sarık gibi İslam şiarı vasfiyyeti taşıyan[45] ve unutmaya yüz tutmuş sünnetleri ihya etmek Müslümanlar olarak boynumuzun borcu olmalıdır.
Kaynakça
-Ahmed ibni Hanbel, Müsned, I-L, Müessesetü’r-Risâle, 1999
-Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, I-XVI, Müessesetü’r-Risâle, 1981
-el-Buhârî, Muhammed ibni İsmail, el-Câmi’us-Sahîh, I, Daru’l-Hadîs, Kahire 2011
-el-Beyhakî, Ebûbekr Ahmed ibni Hüseyn, es-Sünenü’l-Kübrâ, I-X, Mekke 1994
-Şu’abü’l-Îmân, I-VII, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut
-el-Beydâvî, Abdullah ibni Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, I-V, Beyrut 1418
-ed-Deylemî, Şehredâr ibni Şîrûye, el-Firdevs, I-V, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1986
-Ebu’s-Su’ûd Efendi, İrşâdü Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm, I-IX, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut
-Ebû Davûd, Süleyman ibni el-Eş’as, Sünen, I-IV, Beyrut
-Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, I-XXXII, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1420
-el-Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed ibni Abdillah, el-Müstedrek, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1990
-el-Heytemî, İbn Hacer, Dürru’l-Ğamâme, Mahtûtâtu’l-Ezher eş-Şerîf, No: 306632
-İbn Abbas, Tefsîru İbn Abbas, I-II, Matba’atü’l-Medenî, Kâhire
-İbn Ebî Şerîf, Kemâlüddîn, Savbü’l-Ğamâme, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1. Baskı, Beyrut 2004
-İbn Ebî Şeybe, Ebû Ca’fer Muhammed ibni Osman, Musannef, (thk. Muhammed Avvame) I-XV,
-İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed, Sahîh, I-XI, Müessesetü’r-Risâle, 1993
-İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, I-VIII, Dâru Tîbe, 3. Baskı, 1999, VI
-İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed, Sünen, I-II, İhyâü’l-Kütübi’l-‘Arabiyye
-İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, I-III
-Kâdıhân, Ebu’l-Mehâsin Hasen ibni Mensûr, Fetâvâ Kâdıhân, I-III
-el-Kettânî, Muhammed ibni Ca’fer, ed-Di’âme, Matba’atü’l-Feyhâ, Şam 1342
-el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed ibni Ahmed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XX
-el-Mahallî, es-Suyûtî, Celâlüddîn, Tefsîru’l-Celâleyn, Dâru’l-Hadîs, Kahire
-Molla Alî el-Kârî, Mirkatü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, I-XVIII, el-Mişkâtü’l-İslâmiyye
-el-Mübârekfûrî, Abdurrahman ibni Abdirrahîm, Tuhfetü’l-Ahvezî, I-X Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut
-el-Münâvî, Zeynüddîn Muhammed ibni Tâci’l-‘Ârifîn, et-Teysîr, I-II, Mektebetü’l-İmâmi’ş-Şâfi’î, Riyad 1988
-Müslim, Ebu’l-Hüseyn ibni el-Haccâc, el-Câmi’u’s-Sahîh, I-V, Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut
-en-Nesâî Abdurrahman Ahmed ibni Şu’ayb, Sünen, I-VIII, Mektebü’l-Matbû’âti’l-İslâmiyye, Halep
-en-Nesefî, Ebu’l-Berakât, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, I-III, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut 1998
-es-Sâlihî, Muhammed ibni Yusuf, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Raşâd, I-XII
-es-Semerkandî, Ebu’l-Leys, Bahru’l-‘Ulûm, I-III, Dâru’l-Fikr, Beyrut
-es-Sîvâsî, Kemal ibni Humâm, Fethu’l-Kadir, I-XXIV, Dâru’l-Fikr, Beyrut
-es-Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân ibni Ebîbekr, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, I-II, Beyrut 1982
-et-Taberânî, Ebu’l-Kâsim Süleyman ibni Ahmed, el-Mu’cemü’l-Kebîr, I-XX
-Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1984
Dipnotlar
[1] el-A’râf, 7/26
[2] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, Dâru Tîbe, 3. Baskı, 1999, VI/391
[3] el-Ahzâb, 33/21; İbn Abbas, Tefsîru İbn Abbas, I/419; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XIV/138
[4] el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1418, II/13
[5] Âlü ‘İmrân, /31; es-Semerkandî, Ebu’l-Leys, Bahru’l-‘Ulûm, I/206; Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1420, VIII/197
[6] Ebu’s-Su’ûd Efendi, İrşâdü Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut, II/25
[7] Müslim, Hacc 451; İbn Mâce, Libâs 14; Nesâî, Menâsikü’l-Hacc 107; Ahmed ibni Hanbel, 23, 178; İbn Hibbân, Sahîh, IX, 37 vd.
[8] Ebû Davûd, Libas 24, Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 246
[9] el-Kettânî, ed-Di’âme, Matba’atü’l-Feyhâ, Şam 1342, s. 14
[10] el-Kettânî, ed-Di’âme, Matba’atü’l-Feyhâ, Şam 1342, s. 14 s. 8; İbn Ebî Şerîf, Savbü’l-Ğamâme, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1. Baskı, Beyrut 2004, s. 8
[11] Ebû Davûd, Libâs 23; Tirmizî, Libâs 42; Hâkim, Müstedrek, III/ 511; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, V/71; (Hepsi Rukâne’den)
[12] İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, I/381 [313. Mektup]
[13] Kâdıhân, Fetâvâ Kâdıhân, III/370
[14] el-Kettânî, a.g.e., s. 5
[15] Taberânî, el-Evsat, VIII/369 (İbn Ömer’den rivayet edilen hadisi hasen görmüşlerdir.)
[16] Buhârî, Cezâü’s-Sayd 13; İbn Hibbân, Sahih, IX/82
[17] es-Suyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, Beyrut 1982, I/73
[18] es-Sâlihî, Muhammed ibni Yusuf, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Raşâd, VII/271
[19] Hâkim, el-Müstedrek, III/407; İbn Ebî Şeybe, Musannef, XII/261
[20] Âlü ‘İmrân, 3/125
[21] el-Mahallî, es-Suyûtî, Tefsîru’l-Celâleyn, Dâru’l-Hadîs, Kahire, s. 84; en-Nesefî, Ebu’l-Berakât, Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut 1998, I/290
[22] Hâkim, Müstedrek, IV/214; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, I/194
[23] Beyhakî, Şu’abü’l-Îmân, VIII/294
[24] Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, XV/306
[25] el-Münâvî, et-Teysîr, Mektebetü’l-İmâmi’ş-Şâfi’î, Riyad 1988, II/35
[26] Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, XV/306
[27] el-Kettânî, a.g.e., s. 9
[28] Deylemî, el-Firdevs, III/88; Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, XV/308
[29] Deylemî, el-Firdevs, V/93; Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, XV/308
[30] Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, IV/336
[31] Alî el-Muttakî, Kenzü’l-‘Ummâl, XV/305
[32] el-Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut, V/393
[33] Tirmizî, Libâs 12; İbn Hibbân, Sahîh, 14/307; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, XII/379
[34] İbn Ebî Şerîf, a.g.e., s. 43
[35] Molla Alî el-Kârî, Mirkatü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, el-Mişkâtü’l-İslâmiyye, V/92
[36] İbn Ebî Şerîf, a.g.e., s. 49
[37] el-Kettânî, a.g.e., s. 82
[38] Ahmed ibni Hanbel, 33/327; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, IV/182
[39] Müslim, Hacc 451; İbn Mâce, Libâs 14; Nesâî, Menâsikü’l-Hacc 107; Ahmed ibni Hanbel, 23, 178; İbn Hibbân, Sahîh, IX, 37 vd.
[40] el-Heytemî, İbn Hacer, Dürru’l-Ğamâme, Mahtûtâtu’l-Ezher eş-Şerîf, No: 306632, s. 32
[41] İ’ticâr için bkz. es-Serahsî, el-Mebsût, I/31; Kâdıhân, Fetâvâ, I/412; es-Sîvâsî, Kemal ibni Humâm, Fethu’l-Kadir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, II/316
[42] Hâkim, el-Müstedrek, III/407
[43] es-Sîvâsî, Kemal ibni Humâm, Fethu’l-Kadir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, VI/61
[44] el-Kettânî, a.g.e., s. 85
[45] el-Kettânî, a.g.e., s. 14