Fok balığı, denizaygırı, denizanası ve penguen gibi su canlıları helal midir?
Fok balığı, denizaygırı, denizanası ve penguen gibi su canlıları helal midir?
Denizde yaşayan hayvanların hangilerinin yenilmesinin helal, hangilerinin haram olduğu hususunda ise mezhepler arasında farklı görüşler mevcuttur. Bu konuda iki ana görüş vardır:
1) Sadece balık ve türleri helaldir. Bu görüş, Hanefîlerin görüşüdür. (İbn el-Humam, Fethu’l-Kadir, (Mısır: 1970), IX, s. 503-4) Şâfiîlerden bir görüş de bu minvaldedir. (Nevevî, el-Mecmu’, IX, s. 32) Buna göre, daima suda yaşayan, suda barınan hayvanlardan her çeşit balık eti yenebilir. Fakat diğer su hayvanlarının; midye, istiridye, ıstakoz, yengeç vs. yenilmesi caiz değildir. Bunların delillerini şöylece özetleyebiliriz:
Âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Sana, kendilerine nelerin helal kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz ve hoş olan şeyler, bir de Allah’ın size verdiği yeteneklerle eğitip alıştırdığınız avcı hayvanların tuttuğu (avlar) helal kılındı. Bugün size temiz ve hoş şeyler helal kılındı.” (Maide suresi, 5:4-5) Hanefî mezhebinin yaklaşımı şöyledir: Balık ve türleri hoş ve temiz, diğer deniz hayvanları ise gerek görünüş, gerekse yenen kısımları itibarıyla hoş olmamaları dolayısıyla çirkin ve habâis (iğrenç şeyler) kapsamında kabul edilmiş, hatta karides ve midye gibi böceğimsi, içi jelimsi deniz haşeratı da bu türden değerlendirilmiştir. (Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi, V, s. 35)
Deniz hayvanları için “Size deniz avı helal kılındı.” (Mâide suresi, 5:96) ayetiyle getirilen genel helallik kriterini, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şu hadisinin sınırladığı görülür: “Bizim için iki ölü ve iki kan helal kılındı. Ölüler, çekirge ve balık. Kanlar da karaciğer ve dalaktır.” (İbn Mâce, Sayd, 9, At’ıme, 31) Buna göre balık şeklinde ve niteliğinde olmayan; ahtapot, denizaygırı, denizaslanı, yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, salyangoz, su kaplumbağası gibi hayvanlar “habâis” kapsamında mekruh sayılır. Hanefîlere göre ayette deniz avıyla kastedilen; sadece balığın her çeşididir. Ayrıca Hanefîler, temel ilke ve ölçütleri dikkate alarak, diğer gıdalar konusunda olduğu gibi, deniz gıdaları konusunda da, beslenme ve sağlık açısından gıdaların temiz ve yararlı oluşunu dikkate alarak ihtiyatı tercih etmişlerdir.
2) Bütün deniz canlıları helaldir. Fakihlerin çoğunluğuna göre, (Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi âlimleri), bütün deniz/su hayvanları -kendiliğinden ölmüş olsa bile- helaldir. Ancak kendi aralarında bazı hususlarda ihtilaflar söz konusudur. Sınırı en geniş tutan Mâlikîler ve Şâfiîlerde yaygın görüş böyledir. (Kudame, el-Muğni, XI, s. 86) Şu kadar ki, İmam Mâlik, su domuzu ile su köpeğini isimlerinden dolayı kerih (kötü) görmüştür. Bunlara göre deniz hayvanlarının, yani suyun içinden başka bir yerde yaşayamayan hayvanların hepsi, nerede bulunursa bulunsun, ister balık şeklinde olsun, isterse başka cins ve şekilde bulunsun, helaldir, yenebilir.
Mâide suresi ve hadîs-i şeriflerdeki umum ifadeler, genel bir ibahanın (serbestlik) söz konusu olduğuna delil sayılmıştır. Ancak bir kısım âlimler bu genel serbestlikten bazı hayvanları istisna tutmuştur. Hanbelîlerden bir görüşe göre, kurbağanın öldürülmesini meneden hadîs-i şerife binaen yenmesi caiz olmaz derler. Yılanı “habâis” kısmından saydıklarından haram sayarlar. Timsahı da insan yediğinden dolayı eti yenmez diyerek istisna ederler. Bir kısım âlimler de karada haram olanlara benzeyen örneğin köpek ve domuz vs. deniz ürünlerinde de haramdır derler. Bunlar Şâfiîlerden bir görüş ve Hanbelî âlimlerinden bazılarıdır. Bu görüşün delili ise, kara hayvanlarını deniz hayvanlarına kıyas etmeleridir. Şâfiîlerden bir görüşe göre ise, hem karada hem de denizde yaşayan kurbağa, kaplumbağa, yengeç, yılan, timsah gibi hayvanların yenmesi yasak kabul edilir.
Hadîs-i şerifler ise ayetin umumiliğini destekler mahiyettedir. Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) deniz suyu sorulunca: “Denizin suyu temiz, meytesi (içinde ölen) helaldir.” şeklinde cevap vermiştir. (Ebû Dâvûd, Sünen, Taharet, c. 1, s. 41) İslam, özellikle gıda konusunda içtihada dayanan hükümlerde helal ve haram hükümlerinin konulmasında “menfaatin celbi ve mazarratın def’i (yararın sağlanması ve zararın önlenmesi)” ilkesini temel alır. Dolayısıyla içtihatlar daima bu ilkenin süzgecinden geçmelidir. Âlimlerimizin su ürünlerinin delillerindeki geçen “tayyibât”, “habâis” ve “taâm” ifadelerinin yorumlamasında örfi bir temelden etkilendiği de unutulmamalıdır. Bu konuda en ihtiyatlı olanlar Hanefîlerdir. Ayetlerin sübutu kati olması yanında delaletinin zanni oluşu âlimler arasında içtihat farklılıklarını doğurmuştur. Dolayısıyla Hanefîler, kendi usulleri gereği bu konunun kati yolla elde edilmiş haram değil zanni olan istidlal yolu ile elde edilmiş olması sebebiyle tahrimen mekruh saymışlardır.
URL Kopyala