Demans, alzheimer vb. zihinsel engelli kimseler ibadetlerle mükellef midir?
Demans, alzheimer vb. zihinsel engelli kimseler ibadetlerle mükellef midir?
Alzheimer hastası olan birisi namazını kıldıktan sonra kıldığını unutuyor. “Namaz kıldın mı veya abdest aldın mı” diye sorulsa hatırlamıyor. Ancak “Abdestin yok veya namazı kılmadın, diye uyarıldığında dikkate alıyor. Ve abdest alıp namaz kılıyor. Bu kimse namazla mükellef midir, yakınlarının bu kimsenin namazlarını takip etmesi gerekir mi?
URL Kopyala
Demans tek bir hastalık ismi olmayıp, bellek ve benzeri zihinsel yeteneklerin bozukluğu ile tarif edilebilecek bir bulgudur. Demans; hafıza ve düşünme yeteneği, dikkat ve karar alma, dil ve konuşma merkezindeki bozulmalarla kendini gösterebilir. Bu hastalıkların hepsi beyinde bir takım değişikliklere neden olarak hastalıklara ait özgü bulguları ortaya çıkarır. Demans ile seyreden bazı hastalıklar kesin tedavisi olmayan ve bir daha eski hale dönmeyi imkansız kılan (Alzheimer gibi) hastalıklar iken, bazıları tedavi ile düzelebilen hastalıklardır. Demans veya alzheimer hastaları; insanların mükellef olma ehliyeti sınıfları üzerinden değerlendirilmelidir ki bu hastalıklar Ateh (bunama) aşaması ile ön görülmektedir.
Matuh; Şuuru karışık, anlayışı az, bazen normal insan gibi bazen de mecnûn gibi davranan (gel-git akıllı, bunamış) kişidir. Bununla birlikte, akıl hastası gibi rast geldiğine sövüp sataşmayan kimsedir. Mecellede ma’tûh, “Ma’tûh, ol muhtelle’ş-şuur olan kimsedir ki, fehmi kalîl ve sözü müşevveş ve tedbiri fâsid olur.” ifadesiyle şuuru karışık, anlayış ve kavrayışı zayıf, konuşmaları düzensiz ve işlerini gereği gibi görmekte kendi başına yeterli olamayan kişi olarak tarif edilmiştir. Ma’tûh kişideki akılsal ve işlevsel yetersizlik onu mümeyyiz küçükler seviyesine indirir. Hukuki tasarruflar alım-satım, kira vb. malî tasarruflar konusunda mümeyyiz çocuk için geçerli olan üçlü ayrım (tamamen yararına, tamamen zararına, hem zarar hem de yarar ihtimali bulunan tasarruflar) burada da geçerlidir.
Ceza ehliyeti olmayan ma’tûhun ibadetlerle mükellef olduğunu kabul eden fakihler bulunmakla birlikte çoğunluğa göre ibadetlerle mükellef değildir. Cumhur, bunaklığı delilik gibi kişiden sorumluluğu kaldıran bir durum gibi kabul etmiş, bu konuda Peygamber Efendimizin (s.a.s.) şu iki hadisiyle amel etmiştir: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Uyuyandan uyanıncaya kadar, akıl hastalığına duçar olandan aklı başına gelinceye kadar ve çocuktan bulûğ (ergenlik) girinceye kadar.” Cumhurun delil aldığı diğer rivayet ise “Bunamış kişi akıllanıncaya kadar.” (Dârimî, Sünenü’d-Dârimî, “Hudûd”, 1) hadisidir. Ateh ile cünun arasındaki farkı şöyle ifade edebiliriz; ateh akıl ve kavrama zayıflığı, cünun ise kişiyi dengesiz davranışlara iten aklî dengenin yitirilmesidir.
Sorumluluk veya ifanın kişinin şahsı veya malı ile ilgili olması bakımından ibadetler bedenî, malî, hem bedenî hem malî yönü olan olmak üzere üç şekilde incelenmektedir. Namaz, oruç, itikâf gibi ibadetler bedeni; zekât, sadaka, kefâretler ve kurban gibi ibadetler malî; Hac ve umre ise bedenî ve malî yönü olan ibadetlerdir. Demans hastalığı genellikle erken, orta ve ileri evre olmak üzere üç evreden oluşmaktadır. Demanslının ibadet mükellefiyeti de bu evrelere göre farklılık arz etmektedir. Demanslı hafif evrede -toplumsal etkileri olan alanlarda önemli ölçüde bozulma olsa da- kişisel bakımı yeterli ve yargılama yeteneği yani aklî yetileri yerinde olduğundan, bağımlı olmadan yaşamını sürdürebilmektedir. Hafif evrede demanslının gözlemlenmesi, kontrol altında tutulması gerekmektedir. Hafif evredeki demanslıda kısmi olarak akıl zayıflığı bulunduğundan, ergenlik çağındaki insanın ehliyeti gibidir ve ibadetlerden muaf tutulmaz. Unuttuğu veya yanlış edâ ettiği ibadetler unutkanlık hükümleri çerçevesinde değerlendirilir.
Demanslının bağımlı olmadan yaşamakta güçlük çektiği, belirli ölçüde gözetim ve refakatçi kontrolü gerektiği, davranışsal (konuşma, davranış, muhakeme, yürütücü fonksiyonlar gibi) işlevlerde etkilenme olduğu orta evrede tasarrufları ma’tûhunki gibidir. Zira bu devrede demanslının sözleri çelişkilidir. Bazen normal insan gibi, bazen de mecnûn gibi davranabilmektedir. Daha önce ifade edildiği gibi ma’tûhun edâ ehliyeti nakıstır. Orta evredeki demanslı, mümeyyiz çocuk (mümeyyiz sabi) gibidir, mümeyyiz çocuğun da aklı tam değildir. Zira bu evrede aklı tamamen kaybolmamış kişi bunama derecesine ulaşmamıştır. Dolayısıyla orta evredeki demanslı, mümeyyiz çocukta olduğu gibi iman ve ibadetlerle de mükellef değildir. Demanslı kişinin bu evrede aklî dengesi bazen yerine gelmekte, bazen de aklî dengesini kaybetmektedir. Aklî dengesinin olduğu vakitlerde namaz, oruç gibi bedeni ibadetlerle mükellef olduğunu, aklî dengesinin yerinde olmadığı durumlarda ise bedenî ibadetlerle mükellef olmadığını kabul etmek daha doğru bir yaklaşımdır. Hükümler illetlerle birlikte vardır veya yoktur. Akıl olduğunda kişinin mükellef olması, akıl olmadığında ise mükellef olmaması gerekir.
Üçüncü evreye ulaşan demanslı, konuşma, konuşulanı anlama, adlandırma, okuma veya yazma gibi becerilerini kısmen ya da tamamen kaybetmekle birlikte kişide bilinç değişiklikleri meydana gelmekte ve aklî yetilerini büyük oranda kaybetmektedir. Bu evredeki demanslı, fıkıh kitaplarında “mecnûn-i mutbak” olarak ifade edilen; deliliği aralıksız bir ay veya diğer bir görüşe göre bir yıl devam eden kişi gibi kabul edilebilir. Bu evrede demanslının hastalığı artık süreklidir. Delilik, edâ ehliyetini ortadan kaldıran kusurlardandır. Üçüncü evredeki demanslıda edâ ehliyetinin temelini oluşturan temyiz ve akıl ortadan kalktığı için tasarrufları şer’î sonuçlar doğurmaz. Bu evrede kişide akıl zail olduğu için mecnûn durumundadır. Mecnûn olmanın kişinin temizlik, namaz ve oruç gibi ibadetleri üzerinde etkileri olduğu muhakkaktır.
Fakihler deliliğin az veya çok olması arasında ayrıma gitmeksizin abdesti bozacağını kabul etmişlerdir. Abdesti bozan delilik durumu teyemmüm abdestini de bozmaktadır. Mecnûn-i mutbak hükmünde kabul ettiğimiz demansın üçüncü evresindeki hastadan, akıl zail olduğu için kişinin edâ ehliyeti de ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla namaz ibadeti de düşmektedir. Üçüncü evredeki demanslı, ayette ifade edilen “Ramazan ayına ulaşıp orucun farziyetini idrak edecek” aklî yetiye sahip olmadığı için oruç da farz değildir. Aya şahit olmuş, delilik durumu Ramazan ayı boyunca devam eden kişi gibidir. Dolayısıyla orucun farziyeti için gerekli şart olan akıl olmadığından, demans hastalığının üçüncü evresindeki kişilere oruç farz değildir. Bu aşamadaki demanslıya oruç fidyesi gerekmez ancak ailesi veya velisi onun adına sadaka-i fıtır (fitre) verebilir.
Malî ibadetler denildiğinde akla ilk gelen zekât ve kurbandır. Cumhur müçtehitler, zekât ibadeti için kişide mükellefte aranan şartları aramamışlar, ayetlerin zahiri ile amel etmişlerdir. Zekât malla ilgili olduğundan kişinin durumu önemli değildir. Cumhura göre nisap miktarı malın olması zekâtın farz olması için yeterlidir. Kişinin deli, bunak, sefih olması durumu değiştirmez. Sayılan gruptakilerin her birinin zekâtını velileri vermelidir. Demans hastalığına yakalanan kişi hakkında cumhurun görüşü esas alındığında her üç aşamada da zekâtının velisi tarafından verilmesi gerekir.
Hem bedeni, hem de mali ibadet olan hac yapabilecek şartları taşırken haccetmeyip ertelemiş ve bu sırada orta ve ağır seviyede demans hastalığına yakalanmışsa bu durumda olan demanslı adına masraflar onun malından karşılanarak vekâleten hac yapılması gerektiği söylenebilir. Fakat bu seviyede demansa yakalandıktan sonra mali elverişlilik kazananlar ise hac ibadeti ile mükellef olmazlar. Daha önce ifade edildiği üzere hafif evrede demanslı sefih kişi gibidir. Sefih kişinin velisi tarafından hacca gönderilirken hac masraflarını karşılamak üzere sefihin velisinin güvenilir bulduğu kişiye sefihe harcanmak üzere para vererek hac yaptırırır.