Cuma namazını ulul-emr’in, idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırma şartı geçerli mi?
Cuma namazını ulul-emr’in, idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırma şartı geçerli mi?
Cuma namazını ulul emrin, bulunulan yerdeki idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırma şartı günümüzde geçerli mi? Yoksa İslâmi hükümlerle yönetilmeme sebebiyle bu şart düşer mi? Vakıf, medrese vb. de bu şart yapılmıyor?
Cuma namazı için ulul-emr’in (devlet reisinin) izni bulunması meselesi:
Bu şart üzerinde ısrar eden Hanefî fakihleri delil olarak bir hadis, bir de aklî gerekçe ileri sürmüşlerdir. Onlar tarafından delil gösterilen, “İyi veya kötü bir devlet başkanı (imam) olduğu halde cumayı terkeden kimseye Allah dirlik düzenlik vermesin” meâlindeki hadis sened yönünden zayıf bulunmuştur. (Heysemî, II, 169-170; Sindî, I, 335) Söz konusu hadis sahih kabul edilse bile devlet başkanı bulunmadığı yahut bulunup da izin vermediği takdirde kılınan cumanın sahih olmadığına delâlet etmez. Hadisten çıkarılabilecek sonuç, bu durumda cumayı kılmayanların sorumlu olmayacaklarından ibarettir. Nitekim Hanefî fakihleri de ihtilâl vb. sebeplerle devlet başkanının veya izninin bulunmadığı hallerde cemaatin rızâ göstereceği bir imamın arkasında cumanın kılınabileceğini ifade etmiş, başkanın kötü niyetle izin vermemesi durumunda da cumanın kılınmasının câiz olduğunu söylemişlerdir. (İbnü’l-Hümâm, I, 409, 412; İbn Âbidîn, I, 589) Devlet başkanının veya izninin bulunması ile ilgili aklî gerekçe ise cuma toplantısı gibi sosyal yönü de bulunan bir faaliyetin güven içinde yürütülebilmesini sağlayacak kamu düzeninin kurulması ve korunmasından ibarettir. Bu noktada cuma toplantısı ve hutbesinin siyasî ve sosyal yönü göz önüne alınmış, bu yüzden kamu düzeninin bozulabileceği düşünülmüş ve cumayı kıldırma yetkisi konusunda öncelikler belirlenmiştir. Normal durumlarda bu önceliklere riayet edilmesinde fayda hatta zaruret olabilir; ancak bu şart bulunmadığı takdirde cumanın sahih olmayacağına dair herhangi bir delil yoktur.
Cuma namazı, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden hemen sonra siyasî bir içerik kazanmaya başlamıştır. Bazı yörelerde ve dönemlerde, hutbelerde hz. Ali’ye (r.a.), bazı dönemlerde veya yerlerde de hz. Muâviye’ye (r.a.) lânet okunduğu görülmüş; hutbe bir anlamda, siyasî kanaatin ve hangi tarafta olunduğunun göstergesi haline gelmiştir. İleriki zamanlarda ise hutbenin biri adına okunması, onun isyan bayrağını çektiği ve siyasî bağımsızlığını ilân ettiği anlamına gelmeye başlamış, dolayısıyla hutbe ve cuma namazı âdeta siyasî bir sembol olmuştur. Tarih kitaplarında, adına hutbe okutmak veya adına hutbe okunmak şeklinde yer alan ifadeler de cuma namazının zaman içerisinde siyasal bir içerik kazandığını göstermektedir. Özellikle Abbâsîler’den itibaren resmî veya yarı resmî mezhep durumunda olan Hanefî mezhebinin âlimleri ister istemez bu siyasî konjonktürden etkilenmişler ve cuma namazı için daha önce bulunmayan birtakım şartlar ileri sürmek durumunda kalmışlardır. Dolayısıyla cuma namazı kılmak için devlet başkanının izninin aranması şartı eski siyasî içeriğini kaybetmiş olduğu için, günümüzde bu şartı aramaya gerek kalmamıştır. Öte yandan, bu şartın hâlâ geçerliliğini koruduğu düşünülse bile, bir ülkede camilerin yapılmasına izin verilmesi, imamların maaşlarının devlet tarafından ödenmesi ve bu işler için kamusal bir örgütlenmenin mevcut olması, cuma namazının kılınması için de izin sayılır ve şart yerine gelmiş olur. Sonraki Hanefî fıkıhçılar, devlet başkanının veya izninin bulunmaması durumunda bir cemaat teşkil edebilen müslümanların, aralarından birine cuma imamlığı selâhiyeti vererek bu namazı kılabileceklerine fetva vermişlerdir.
URL Kopyala