Menü

Tasavvuf ve tarikata girmenin hükmü nedir?

Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
425 görüntülemeDua, Zikir, Tesbihat

Tasavvuf ve tarikata girmenin hükmü nedir?

Tasavvuf farz mıdır? İmam Gazali r.a. bir tarikata girmenin farz olduğunu mu söylemiştir? Riya kibir haset ucub vb. nefsin kötü huyları Peygamberler dışında kimse bunlardan boş değildir, bunları yapmak haramdır. Bir insan bu sıfatlardan kurtulamıyorsa bir tarikatta terbiye görmesi vacip midir ?

Tasavvufun bir fariza olup olmadığı meselesinin belli aralıklarla gündemimizi meşgul eden bir sual olduğu bir çoğumuzun malumudur. Buna mukabil bazılarımız “farzdır elbette” derken bir kısmımız da “İslam’da böyle bir farz yoktur” diyerek kesip atma usulü bir cevap tarzını benimsemektedir. Oysa tasavvufun bir farz olup olmadığı meselesi belli bir zemin ve alt yapı beraberinde masaya yatırılması gereken bir mevzudur.Şöyle ki, İslamiyet’in insana yüklemiş olduğu sorumluluklar iki kısımda incelenmelidir. Bunlardan birincisi zahirî amellerle ilgili olan konular olduğu gibi ikincisi de batınla alakalı olan meselelerdir. Bir diğer tabirle birinci kısım insanın cismi ve bedeniyle taalluk eden ibadetler olup ikinci kısım ise kalbi ve iç dünyasıyla ilgili hükümlerdir. Birinci kısma misal olarak Allah (azze ve celle)’ın insana namazı, zekatı, haccı, orucu emretmesi, zinadan, hırsızlıktan ve adam öldürme gibi günahlardan onu alıkoyması zikredilebilir. İkinci kısmın misali de Cenab-ı Hakk’ın insanı iman etmekle mükellef kılması ve ona haset, kibir, riya gibi batınî amelleri yasak kılmış olmasıdır.

Buna göre yukarıda sayılan sorumlulukların her biri yarın rûz-i cezâda hesabı verilecek olması haysiyetiyle eşittir. Yani mümin bir fert iman etmek ve namaz farizasını yerine getirmekle ne kadar mükellefse kalbini her türlü riya, haset, kibir gibi kötü hasletlerden uzak tutmakla da mükelleftir.

Allâme İbn Âbidîn’in şu ifadeleri bu meyanda önemlidir: “Muhakkak ki ihlas’(ın nasıl tahsil edileceği) ucup, haset ve riya ve bunların dışında nefsin afetleri olarak sayılabilecek kibir, cimrilik, kin, aldatma, düşmanlık, buğz, tamah, böbürlenme, ihanet etme, yağcılık yapma, hakkı kabul etmeyerek kibirlenme, tuzak kurma, katı kalplilik ve uzun emel sahibi olma (gibi ahlâk-ı zemîmeden nasıl kurtulunabileceğinden bahseden) ilmi (öğrenmek) farz-ı ayndır.”[1]

Nitekim (İmam el-Gazzâlî) İhyâ’da “helak edici unsurlar” başlığı altında bunları tadat etmiş ve şöyle demiştir: “Bunları bilmekten hiçbir beşer müstağni kalamaz. Bunlara yönelik nefsinin öğrenme ihtiyacını hissettiği şeyleri öğrenmesi kişiye gereklidir. Bunların izalesi farz-ı ayndır. Bu farzı yerine getirmek de ancak bu kötü huyların tariflerini, sebeplerini, alametlerini ve ilaçlarını bilmekle mümkün olacaktır. Zira şerri bilmeyen kişi gider o şerrin içine düşer.”[2]

el-Hediyyetu’l-Alâiyye sahibi de şöyle demektedir: “Haset, Müslümanları hakir görmek, onlar adına kötülük istemek, kibir, ucub, riya, nifak gibi bilcümle kalbî amellerin haram olduğu hususunda şer‘î naslar ve icma birbirini destekler mahiyettedir. Bilakis kulak, göz ve gönül kişinin isteği doğrultusunda gerçekleşen bütün bu işlerden sorumludur.”[3]

Merâki’l-Felâh sahibi de özetle şöyle der: “Allah (azze ve celle)’a karşı ihlas sahibi olma, aldatma, kin, haset gibi şeylerden beri olma, kalbi Allah ’ın dışında olan iki dünyadaki şeylerden temizleme manasındaki bâtınî taharet olmadan zahiri taharet, fayda vermez.”[4]

Benzerleriyle çoğaltılması mümkün olan bu örnekler üzerinden de gördüğümüz üzere tasavvufun farz olduğu şeklindeki fetva mesnetsiz değildir. Olamaz, zira Kur’an ve sünnet bize bâtınî taharetin, zâhirî taharet kadar önemli olduğunu söylerken kalbini tezkiye edip ibadetlerini sadece Allah’a (azze ve celle) tahsis ederek riyadan arındıran ve selim bir kalple yarın Allah’ın (azze ve celle) huzuruna varanların kurtulanlardan olacağını haber vermektedir.

Takdir edersiniz ki, nefsin her türlü saptırıcı arzuları ve helak edici telkinleri karşısında Cennet’i kazanmak için mücadele veren insanoğlunun ruhunu cevval kılarak manevi dünyasını mamur hale getirmesi, daha önce tecrübe edilmiş netice veren bir usulü takip ederek hasıl olacaktır. Bu diğer ilimler için böyle olduğu gibi, maneviyatımızı ne şekilde koruyup, Allah’a kurbiyet mertebelerini nasıl kat edeceğimizden bahseden tasavvuf ilmi için de geçerlidir. Bu anlamda tasavvuf, tıpkı namaz, zekat ve sair ibadetler gibi farzdır.


Kaynakça:

[1] İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer, Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1412, Baskı: II, I/43
[2] Gazzâlî, Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmiddîn, Daru’l-Ma‘rife, Beyrut, I/15
[3] Alâuddin b. Muhammed Emîn Abidîn, el-Hediyyetu’l-Alâiyye li Telâmîzi’l-Mekâtibi’l-İbtidâiyye fi’l-Fıkhi’l-Hanefî,Daru İbn Hazm, Beyrut- Lübnan, 2003, Baskı: I,, s.249
[4] eş-Şurunbulâlî, Hasen b. Ammâr, Merâki’l-Felâh Şerhu Nûri’l-Îzâh, el-Mektebetu’l-Asriyye, 1425, Baskı: I, s.49

İsmail Hakkı Yelkenci tarafından yayınlandı 21/08/2024

URL Kopyala
0
Cevap yaz..