Peygamberler ve salih zatlardan istiane caiz midir?
Peygamberler ve salih zatlardan istiane caiz midir?
Vefat etmiş salih zatlardan türbelerde iken ve gıyapta iken ve hayatta olanlarından da yanlarında ve gıyaben istiâne istemek caiz midir? İhtilaflı bir konu mu bu?
Ashâb-ı kirâm, İslâm’ın zuhûrundan evvel ekseriyetle yaratılış fıtratına zıt bir hayat yaşıyorlardı. Fakat hidâyete erdikten sonra Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in duygularının kendilerine yansımasıyla dünyânın en fazîletli insanları hâline geldiler. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den silsile ile mürşid-i kâmile gelen bu duygular, sâliklere râbıta ve sohbet ile akseder. Neticede Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek şahsiyeti, mürîde kendi istîdâdı nisbetinde sirâyet eder.
Mâide sûresinin 35. âyet-i kerîmesinde:
“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesîle, yâni sebep arayın!..” buyrulmaktadır.
Bazı müfessirlere göre bu vesîle, bir mürşid-i kâmilin terbiyesine girerek Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkı ile ahlâklanmaktır. İmâm Mâlik -rahmetullâhi aleyh-:
“Dileklerinizde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i vesîle edininiz!..” buyurmuştur. İmâm Şâfiî -rahmetullâhi aleyh-:
“Herhangi bir mevzûda takıldığım zaman, iki rekât hâcet namazı kılar, Ebû Hanîfe Hazretleri’nin kabrine gider, kendisini ziyâret ederdim. Hâcetim de böylece hâsıl olurdu…” buyurur. İmâm Cezerî -kuddise sirruh-:
“Duâlarınızın kabûlü için peygamberler ve sâlih kişileri vesîle edininiz!” buyurmaktadır. Allâh Rasûlü ile tevessüle âit birkaç misâl şöyledir:
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Hayber Yahûdîleri ile Gatafan arasında savaş vardı ve Hayber yahûdîleri ne zaman Gatafan’la karşılaşsalar yeniliyorlardı. Sonunda:
“Ey Allâh’ımız! Âhir zamanda göndermeyi va’dettiğin o ümmî peygamber hakkı için Sen’den bizi muzaffer kılmanı diliyoruz.” duâsına sığınmayı kararlaştırdılar ve Gatafan’la karşılaşınca bu duâyı yaptılar. Savaşın netîcesinde Gatafan’ı bozguna uğrattılar. Fakat duâlarında vesîle edindikleri Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- peygamber olarak gönderilince onu inkâr ettiler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi vahyetti:
“…Daha önce (O peygamberin adını kullanarak, O’nun hakkı için diyerek) kâfirlere karşı zafer isteyip durdukları hâlde, O tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer O’nu inkâr ettiler. İşte Allâh’ın lâneti böyle kâfirleredir.” (el-Bakara, 89) (Kurtubî, II, 27; el-Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 31)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra Medîne’de şiddetli bir kıtlık olmuştu. Ahâli bu durum hakkında Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’ya mürâcaat etti. Âişe vâlidemiz onlara şu tavsiyede bulundu:
“–Nebiyy-i Muhterem Efendimiz’in kabr-i şerîfine gidin, tavanından bir pencere açın. Efendimiz ile semâ arasında bir perde kalmasın!”
Nitekim böyle yapıldığında bolca yağmur yağdı, otlar yeşerip büyüdü, develer iyice semizleşti. Hattâ bu seneye “Âmu’l-fetk: bolluk senesi” ismi verildi. (Dârimî, Mukaddime, 15)
Sâlih kimselerle tevessül hakkındaki birkaç rivâyet de şöyledir:
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir kuraklık zamanında Hazret-i Abbas -radıyallâhu anh-’ı yanına almış, yağmur yağması için onu vesîle ittihâz etmiştir. (Buhârî, İstiskâ, 3)
Bir kimse Osman bin Affân -radıyallâhu anh-’ın yanına bir ihtiyacı için sık sık gidiyor, ancak Osman -radıyallâhu anh- ona iltifat etmiyor, ihtiyacını görmüyordu. Bu kimse Osman bin Huneyf’le karşılaştı ve durumu ona şikâyet etti. Osman bin Huneyf ona şöyle dedi:
“–Abdesthâneye git abdest al, sonra mescide giderek iki rekât namaz kıl. Sonra da:
«Allâh’ım! Rahmet Peygamberi olan Nebîmiz Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hürmetine Sen’den istiyor ve Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben Sen’inle, Sen’in Rabbine yöneliyorum, ihtiyâcımı karşıla!» de ve istediğin şeyi söyle.”
O kimse gitti, kendisine söylenenleri yaptı ve Osman bin Affan’ın kapısına geldi. Kapıcı onun elinden tuttu, Osman -radıyallâhu anh-’ın yanına götürdü. Hazret-i Osman onu yanındaki mindere oturttu.
“–İhtiyacın nedir?” diye sordu. O da söyledi. Hazret-i Osman onu derhâl yerine getirdi ve:
“–Şimdiye kadar ihtiyacını niçin söylemedin, bundan sonra bir ihtiyacın olursa bize gel!” dedi. Adam onun yanından çıktı, Osman bin Huneyf’e gitti ve:
“–Allâh seni hayırla mükâfatlandırsın, seninle konuşuncaya kadar ihtiyacımı görmüyor ve bana iltifat etmiyordu.” dedi. Bunun üzerine Osman bin Huneyf -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
Vallâhi ben bunu kendiliğimden söylemedim. Şöyle bir hâdiseye şâhit olmuştum. Bir âmâ Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Allâh’a yalvar da gözümdeki hastalığı gidersin! Gözümün kör olması bana çok zor geliyor!” dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“–Dilersen sabret, bu senin için daha hayırlıdır.” buyurdu. Âmâ ise:
“–Yâ Rasûlallâh! Beni elimden tutup götürecek kimsem yok. Bu hâl bana çok meşakkat veriyor. Lütfen gözlerimin açılması için duâ ediniz!” deyince Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Git abdest al! Sonra iki rekât namaz kıl! Ardından da şöyle duâ et:
«Allâh’ım! Rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed’le (O’nun hürmetine) Sen’in zâtından diliyor ve Sana yöneliyorum. Yâ Muhammed! İhtiyacımın verilmesi için Sen’inle Rabbime yöneliyorum! Allâh’ım! O’nu bana, şefaatçı kıl!»” (Tirmizî, Deavât, 118; Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV. 138; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, II, 279)
Hâkim’in rivâyetinde, ayrıca âmânın gözü görür bir hâlde ayağa kalktığı ilâvesi de bulunmaktadır. (Hâkim, Müstedrek, I, 707-708)
Utbe bin Gazvân -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Biriniz, kimsenin bulunmadığı bir yerde bir şeyini kaybeder veya yardım istemek mecbûriyetinde kalırsa: «يَا عِبَادَ اللهِ أَعِينُونِي Ey Allâh’ın kulları bana yardım ediniz.» diye nidâ etsin. Zîrâ Allâh Teâlâ’nın sizin göremediğiniz kulları vardır.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 132; İmâm Nevevî, el-Ezkâr, 201)
Bu hadîs-i şerîfi nakleden İmâm Nevevî Hazretleri, bizzat başından geçen bir hâdiseyi de şöyle zikretmektedir:
“Bana bu hadîsi nakleden zât, buna benzer bir hâdise yaşadığını ve Rasûlullâh’ın emri mûcibince hareket ettiğinde, netîcenin aynen tahakkuk ettiğini bildirmişti. Ben de hayret etmiştim. Daha sonra birgün, yanında bulunduğum bir kimsenin de aynı şekilde devesi kaçtı. Bunun üzerine ben de bu hadîs-i şerîfi naklettim. Bir de baktık ki deve, hiçbir sebep yokken kaçmaktan vazgeçti ve sâhibi deveyi rahatça yakaladı.”
Mansûr bin Abdullâh, Ebû Abdullâh bin Cellâ’nın hâlini şu şekilde rivâyet etmiştir:
İbn-i Cellâ der ki:
“Medîne-i Münevvere’ye gelmiştim. Yoksulluk içindeydim. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kabr-i şerîfine vardım. Selâm verdim ve:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Fakr u zarûret içindeyim! Sana misâfir oldum.» dedim.
Bir müddet sonra üzerime uyku hâli geldi. Uykuda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bana bir çörek ikrâm etti. Yarımını yedim, sonra uyandım; diğer yarımını da yanımda buldum.”
URL Kopyala