Nikahta hangi lafızlar geçerlidir, niyete göre hüküm değişir mi, şakası olur mu?
Nikahta hangi lafızlar geçerlidir, niyete göre hüküm değişir mi, şakası olur mu?
Nikah için hangi lafızlar geçerli hangi lafızlar geçerli değildir, niyete göre hüküm değişir mi, şakasına evlilik lafızı dense bile yahut şartları bilmeyeni kandırarak lafızları söyleterek nikah geçerli olur mu?
Aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının veya temsilcilerinin hukuken geçerli iradelerini birbirine uygun biçimde açıklamalarıyla (icap ve kabul) nikâh akdi meydana gelir. Hanefîler’e göre akdi meydana getiren irade beyanlarından ilki icap, diğeri kabul adını alır. Hanbelî ve Mâlikîler’e göre ise icap kadının velisi veya vekili tarafından erkeğe yapılan evlenme teklifi, kabul de erkeğin buna verdiği olumlu cevaptır. Nikâh meclisinde hazır bulunan tarafların iradelerini sözlü olarak açıklamaları gerekir. Gaipler arasında evlenme iradesi yazıyla beyan edilebilir; evlilik iradesini içeren mektup diğer taraf ve şahitler huzurunda okunur, bu tarafın kabulü ile nikâh akdi tamamlanır. Dilsizlerin mâlûm işaretleriyle veya nikâh meclisinde yazılı beyanlarıyla nikâh akdi yapılabilir.
Şâfiî ve Hanbelîler, Kur’ân-ı Kerîm’de nikâh akdini ifade etmek üzere sadece “nikâh” ve “tezvic” lafızlarının kullanılmış olduğu gerekçesiyle evlilik akdinin ancak bu kelimelerle meydana gelebileceğini ileri sürmüşler, Hanefîler ise dille ilgili örfe göre evlenme iradesini ortaya koyan başka lafızlarla da bu akdin kurulabileceğini savunmuşlardır. Ancak onlar da nikâhın süreklilik ifade eden bir akid olduğunu dikkate alarak (Kâsânî, II, 230) kinayî lafızlar söz konusu olduğunda icâre, rehin, vedîa gibi süreli akidleri değil mülkiyetin nakli sonucunu hemen doğuran hibe, sadaka, temlik gibi akidleri ifade eden kelimelerin kullanılabileceğini söylemişlerdir. Mâlikîler’in bu konudaki görüşleri Hanefîler’e yakındır. (İbn Rüşd, II, 5)
Diğer taraftan fıkıh âlimleri, kendi dönemlerinde nikâhları kayda geçirme uygulamasının yaygın olmaması ve Arap dilinin özellikleri gibi âmillerin de etkisiyle icap ve kabulün sîgaları üzerinde geniş biçimde durmuşlar, her ikisinin mâzi (geçmiş zaman) sîgasıyla olması halinde nikâh akdinin kurulacağında ittifak ederken bunun dışındaki sîgaları tartışmışlardır. Meselâ bazı fakihler düğün hazırlığı, mehrin konuşulması ve şahitlerin hazır bulundurulması gibi tarafların evlenme iradelerini gösteren karînelerin varlığı halinde muzâri (şimdiki zaman / geniş zaman) sîgasıyla da nikâh akdinin kurulacağını ileri sürmüşlerdir.
Bunlardan çıkan sonuç, evlenme iradesinin tereddüde meydan bırakmayacak bir kesinlikte ortaya konduğunun taraflar ve şahitlerce anlaşılmasına imkân veren ifadeler kullanılması gerektiği şeklinde özetlenebilir. Tarafların irade beyanlarının, araya başka bir iş veya icaptan dönüşü ifade eden bir davranışın girmediği aynı toplantıda ortaya konması gerekir. Buna meclis birliği denir. Mektup veya elçi göndermek suretiyle yapılan icaplarda meclis birliği mektubun okunduğu yahut elçinin görevini ifa ettiği mecliste sağlanır.
Evlilikle ilgili hususların ve özellikle de boşanma konusunun hafife alınmaması gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir; nikâh, talâk (boşama) ve talâktan dönme.” (Ebû Dâvûd, Talâk, 9 [2194]; Tirmizî, Talâk, 9 [1184]) Hâzil (ciddi olmayan) kişinin şakayla evlenme, boşanma ve âzat etme gibi tasarrufları fakihlerin büyük çoğunluğu tarafından vâki (nâfiz ve bağlayıcı) kabul edilmiştir. Ayrıca kişi talâk lafzını kasıt ve ihtiyar kaynaklı olarak söylediği için, “Ben bunun vâki olmayacağını zannetmiştim” demesinin bir etkisi yoktur. (Şîrâzî, II, 104; İbn Kudâme, IV, 234-235; İbn Cüzey, s. 153) Fakat daha yaygın ve açık görüş hâzil’in nikâh akdinin bağlayıcı olmadığı yönündedir. Bu görüş Şâfiî’den de nakledilmektedir. Mâlikî mezhebinde hâzilin talâk ve nikâhı hakkındaki görüşler hâzil’in satım akdiyle ilgili olarak da söz konusu edilmektedir. Bazı Mâlikîler hâzil’in bütün tasarruflarının lağv olacağını söylemişlerdir. (İbn Rüşd, II, 62; Sâlih el-Ezherî, I, 339)
URL Kopyala