İslami değerlere hakaret eden kişileri ne şekilde müahale etmek caiz olur?
İslami değerlere hakaret eden kişileri ne şekilde müahale etmek caiz olur?
Bu gibi durumlarla karşı karşıya kalan Müslümanların durumu iyi tartması, çok dikkatli ve ihtiyatlı davranması elzemdir. Her Müslüman, kendi üzerine düşen görevi yapmakla sorumludur. Bir insanın toplumda bulunduğu konum ona bazı sorumluluklar yükler; her Müslüman da o kunumuna göre sorumlu olur. Bu konuya bir hadisi şerifle bakabiliriz: “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltiniz; ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Müslim, İman 78; Ebu Davut, Salat, 232) “El ile düzeltmek” vazifeli insanların, yani devletin ve emniyetin görevi; “dil ile düzeltmek” âlimlerin vazifesi; “kalben buğz etmek” ise diğerlerinin vazifesidir. Ne var ki, hiçbir mü’min, bir başkasının irtidadı karşısında alâkasız kalamaz. Zira İslâm’ın mürüvvet anlayışı buna manidir. Belki hâdiseyi duyan her mü’min, şuurundaki seviyeye göre böyle bir irtidat hâdisesi karşısında üzülür ve ıstırap duyar.
İrtidat, dinden dönme demektir. Buna göre mürted ise, daha önce inandığı bütün mukaddesâtı inkâr eden insandır. Ve bu insan bir bakıma Müslümanlara ihanet etmiştir. Bir kere ihanet eden, her zaman ihanet edebilir. Onun için de bazılarına göre mürtedin hayat hakkı yoktur. Ancak fıkıh âlimlerinin sistematize ettiği şekle göre, mürtedhangi meseleden dolayı irtidat ettiyse, evvelâ ona o mesele en ince teferruatına kadar anlatılıp izah edilecektir. Belli bir süre takibe alınarak, takıldığı hususlarda iknaya çalışılacaktır. Bütün bunların fayda vermediği zaman da artık o insan İslâm bünyesinde bir ur ve çıban başı olduğu tebeyyün edince de ona göre muamele yapılacaktır. (Buhari, Diyat, 6; Müslim, Kasâme, 25; Serahsî, Mebsut, 10/98; Kâsânî, Bedîü’s-Sanaî, VII/134)
İslami değerlere sözlü olarak hakarette bulunan kimselerin mümkünse şüpheleri giderilmeli, mümkün olmayıp inadına ve kasıtlı şekilde bu davranışlarına devam etmeleri durumunda İslamın namusunu korumak adına sözlü olarak hadleri bildirilmelidir. Fiili müdahale ise yetkili makam ve mercilerin işi olduğu için bu makamlar müdahale etmese dahi bireysel müdahalede bulunmak caiz görülmemiştir. İslâm âlimleri küfrü meydana geliş şekli ve sebepleri açısından dörde ayırmışlardır. 1. Küfr-i inkârî. Allah’ı, peygamberleri ve onların Allah’tan alıp getirdikleri esasları kişinin kalbiyle tasdik, diliyle ikrar etmemesidir. 2. Küfr-i cühûd. Kişinin bildiği halde iman etmemesi, inkârı tercih etmesidir. 3. Küfr-i inâdî. Kişinin kalben Allah’ı bilip bazan diliyle de ikrar ettiği halde haset, şöhret ve makam düşkünlüğü, kavmiyetçilik gibi sebeplerle İslâm’ı bir din olarak kabullenmemesidir. 4. Küfr-i nifâk. Kişinin inanılması gereken hususları diliyle ikrar ettiği halde kalben tasdik etmemesidir.
URL Kopyala