İslam hukukunda söz konusu kayıtlar kesin delil sayılmaz. Özellikle ağır cezaları olan zina ve hırsızlık gibi konularda, bu fiillerin ispatı için ciddi, sağlam delillerin olması gerekir. Dört mezhebin kaynaklarında da zinanın tespiti ancak iki şekilde mümkün olduğu belirtilmiştir: Dört şahit yahut kendisinin itiraf etmesiyle. [bk. Şerhu’l-Hidaye (Hanefi), Daru’l-fikir, 5/278; Muğni’l-muhtac (Şafii), Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, 5/451; Keşşafu’l-Kına’(Hanbeli), Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, 6/98-100]
Ayrıca teknolojinin ulaştığı aşamada kamera vb. teknik kayıtlar üzerinde oynama yapılabilmekte ve laboratuvar sonuçlarında sahte işlemler de uygulanabilmektedir, bu durum ise teknik delillerde şüphe oluşturmaktadır. Nitekim “şüphelerin bulunması durumunda hadleri (cezaları) tatbik etmemek” İslam hukukunda önemli bir prensiptir. Nitekim Hanefi alimlerinden el-Krabisi, “Suçun işlendiği kesin değilse, had cezalarının verilmeyeceği” açıkça ifade etmiştir. (bk. el-Kerabisi, el-Furuk, 1/296) Bu hassasiyetin gözetilmemesi sebebiyle maalesef günümüzde suçsuz yere yıllarca zindanlarda ömrü geçip daha sonra suçsuz olduğu anlaşılan ve serbest bırakılan nice mağdurlar görmekteyiz.
İslam Şeriatı hükümlerini açık deliller üzerine bina eder, gizli bir takım deliller üzerine değil. İslâm mahkemelerinde ki uygulamalar İslam alimlerinin kesin hukuki görüşleri olup, nakli deliller ve fıkhî kurallarla açıkça desteklenir, dolayısıyla da değiştirilemez ve hükümlerini zahiri olan şer’i delillere dayandırır, diğer bilimsel laboratuvar kanıtları veya varsayımsal kanıtlara değil. Sonuç olarak; kamera kayıtları, parmak izi ve DNA testleri gibi bilimsel tespitler şer’i mahkemelerde hüküm belirleyen delil olarak değil de zahiri olan şer’i delillere takviye ve destek olan veya zanlının suçunu ikrar etmesi için aracı alametler olarak kullanılabilir ve değerlendirilebilir.