Menü

Tarikat ve içindeki öğretilere bidat diyenlere nasıl cevap verilmeli?

Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
Aşevi İnşaatı Yardımı - Huzurlu Gönüller Eğitim Vakfı
61 görüntülemeAhlak ve Sosyal İlişkiler
0 Yorum

Tarikat ve içindeki öğretilere bidat diyenlere nasıl cevap verilmeli?

Tarikat ve içindeki metotlara bidat diyene nasıl cevap verilmeli, sahih naslarda delil var mı?

İsmail Hakkı Yelkenci cevap verdi 13 saat önce

URL Kopyala
0

Tasavvufi uygulamalar ve bir şeyhe intisap etme geleneği, İslam düşünce tarihinde önemli bir yer tutar. Ancak bu uygulamaların sahih sünnetten delilleri konusu, İslam alimleri arasında farklı görüşlere neden olan bir alandır. Bir şeyhe tabi olmanın temeli, genel olarak salih ve ilim sahibi kişilere tabi olma prensibine dayanır. Kur’an’da ve Sünnet’te ilim sahiplerine ve takva sahiplerine tabi olmaya dair genel teşvikler bulunur. Örneğin, Bakara Suresi 282. ayetinde “Şahitler razı olduğunuz kimselerden olsun” ve Nisa Suresi 59. ayetinde “Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (emir sahiplerine) itaat edin” buyrulmuştur.

Tasavvuf ehli, ulu’l-emr kavramını sadece devlet yöneticileriyle sınırlı görmeyip, ilim ve manevi rehberlik ehliyetine sahip şeyhleri de kapsayacak şekilde yorumlamışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) döneminde biat geleneği mevcuttu. Sahabe, Peygamberimize (s.a.s.) çeşitli konularda biat etmişlerdir. Bu biatlar, İslam’a giriş, cihat, sabır gibi konularda olmuştur. Tasavvufi biat ise, bir şeyhe manevi terbiye ve rehberlik için verilen bir söz olarak görülür. Bu, genel biat geleneğinin bir uzantısı olarak yorumlanmıştır. Ancak bu, Peygamberimiz’in (s.a.s.) biatının aynısı değildir; daha çok bir manevi rehberlik alma sözü şeklindedir.

Belirli sayılarda zikir ve virdlerin tayin edilmesi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) bazı zikirleri belli sayılarda yapmayı tavsiye etmesinden kaynaklanır. Örneğin, Tesbih namazı, yatmadan önce Ayetel Kürsi okuma, namaz sonrası 33 subhanallah, 33 elhamdulillah, 33 Allahuekber deme gibi örnekler sünnette mevcuttur. Bu örnekler, belli sayı ve tekrarların faziletine işaret eder. Tasavvufta şeyhlerin belirlediği virdler, bu genel çerçeveden yola çıkarak, müridin manevi gelişimini sağlamak amacıyla yapılan özel düzenlemelerdir. Bu zikirlerin, kişinin kalbini tasfiye etmesine ve Allah ile bağını güçlendirmesine yardımcı olur. Ancak bu sayılar, Peygamberimiz’in (s.a.s.) belirlediği sayılar gibi kesin bir hüküm değil, şeyhin tecrübesi ve müridin durumuna göre belirlenen tavsiyelerdir.

Rabıta; iki şeyi birbirine bağlayan ilgi, bağ, münasebet gibi manalara gelir. Tasavvuf yolunda ise rabıta; Allah-ü Zülcelal’e O’nun Resulüne ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in varisleri olan salih kimselere duyulan bir sevgiden ibarettir. Nasıl ki sevgi; sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek kalbi sevgiliye bağlamak anlamına geliyorsa; rabıta da insanın Allah-ü Zülcelal’in rızasını kazanmak için O’nun salih kullarını gönülden sevmektir.

Yani rabıta, muhabbet ve hürmetle kalbi bağlamaktan ibarettir. Rabıtanın özü şudur: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in varisi olan alim ve salih bir kimseyi düşünmek, sadece onun şahsını hayal etmek ve müstakil olarak ondan bir şey istemek değildir. Bilakis aslında her şeyi yaratan ve yapan faili hakikinin Allah-u Zülcelal olduğuna itikat ederek, Allah-u Zülcelal’in o âlim ve salih kimseye ihsanda bulunup, o insanda ortaya çıkardığı fazileti düşünmektir. Bu durum şuna benzer. Bir fakir ihtiyacını karşılamak için bir zenginin karşısına gelip talepte bulunur. Fakat o fakir bilir ve inanır ki, gerçekte veren ve ihsan eden Allah-ü Zülcelal’dir. Çünkü yerlerin ve göklerin hazineleri O’nun elindedir. O’ndan başka faili hakiki yoktur. Fakir, zenginin kapısında ancak, Allah’ın nimet kapılarından bir kapı ve oradan kendisine bir nimet vermesinin mümkün olduğunu bildiği için durur. İşte rabıtanın özü de budur.

Hal böyle olunca, insanlar içinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in varisi olmuş alim ve salih olan ve Allah-u Zülcelal’in: “…Ben onları severim, onlarda beni sever…” (Maide: 54) iltifatına ulaşmış ve hayatlarının her anını insanlara faydalı olabilmek için harcayan, kalpleri ilahi nurla dolu olan salih kimseleri sevmenin, bu sayede Allah-u Zülcelal’in rızasına doğru gitmeye çalışmanın gerekli olduğu açık olarak anlaşılmaktadır. Çünkü onlar Allah’ı hatırlatır, Allah’ı sevdirir ve herkesi Allah’a sevketmeye çalışırlar.

Şüphesiz bir kişi, istifade etmek amacıyla peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in varisi olan alim ve salih kimselere baktığında, sohbet meclislerinde bulunduğunda istifade eder. Onu düşündüğünde de durum aynıdır. Görmesi ile düşünmesi arasında fark yoktur. Yani Allah-u Zülcelal’in sevdiği kimseleri sevmek, onlara uymak ve onlara benzemeye çalışmak, Allah-ü Zülcelal’i sevmenin alametidir. Rabıta da bu sevgiyi kazanmaya çalışmanın yollarından biridir.

İsmail Hakkı Yelkenci cevap verdi 13 saat önce
0
Cevap yaz..